MTÜ’de kadına şiddetle mücadele günü etkinliği

Malatya Turgut Özal Üniversitesi ‘nde (MTÜ), çevrim içi olarak 25 Kasım Kadına Şiddetle Mücadele Günü dolayısıyla etkinlik düzenlendi.

Malatya 25.11.2020 17:54:30 0
MTÜ’de kadına şiddetle mücadele günü etkinliği
Tarih: 01.01.0001 00:00

Malatya Turgut Özal Üniversitesi ‘nde (MTÜ), çevrim içi olarak 25 Kasım Kadına Şiddetle Mücadele Günü dolayısıyla etkinlik düzenlendi.

İnternet kanalıyla çevrim içi olarak düzenlenen etkinlik, MTÜ Rektör Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut ’un moderatörlüğünde gerçekleştirildi.

Kadın Derneği İl Temsilcisi Betül Dürgen, ÖNDER İmam Hatipliler Derneği İl Kadın Kolları Başkanı Mine İpek, MTÜ öğretim üyeleri Hülya Aladağ, Kerim Uğur ve Aysel Özdemir’in katılımları ile MTÜ’de uzaktan eğitim sistemi üzerinden çevrimiçi olarak ve yoğun bir katılım ile gerçekleştirildi.

“Kadın ve erkek tarihi ve hayatı birlikte inşa etmişlerdir”

Sebebi her ne olursa olsun, kadına ve insana şiddetin herhangi bir türünün meşru görülemeyeceğini belirten Rektör Prof. Dr. Karabulut “Bu, hiçbir gerekçe ile mazur hale getirilemeyecek bir eylemdir. Hepimizin, bulunduğumuz yerlerde bütün kuvvetimizle mücadele etmemiz, canla başla karşı koymamız ve sessiz kalarak ortak olmamamız gereken bir kötülüktür” dedi. Karabulut, “Kadın ve erkek tarihi ve hayatı birlikte inşa etmişlerdir. Varoluş binasını tuğla tuğla birlikte inşa etmiş, yaşam şiirini mısra mısra birlikte yazmışlardır” dedi.

Rektör Karabulut, ”Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi ’Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın’ sözünden hareketle, kadınlarımızla birlikte her alanda omuz omuza var olmamız gerekiyor. Kadın ve erkek arasında hiyerarşik bir kurgu olmadığı gibi, insan olma bakımından birbirlerinden ayrı da değillerdir. Birbirlerinden ayrılmayacak şekilde aynı bütünün parçaları olarak dünyaya getirilmiştir. İkisinden birinin yok sayıldığı bir düzlem insanı eksik, yarım ve kusurlu hale getiren sağlıksız bir düzlemdir. Bu bakımdan, kadının yok sayıldığı bir hayat perspektifi öngörülemez. Bu türden bir hayat düşüncesi erkeği eksik bırakacağı gibi, toplumu da sakatlayacak ve hayatı yapay hale getirecektir. Dolayısıyla kadının bireysel ve toplumsal varoluşunu bulabilmesi, toplumsal yapının en sağlıklı bir biçimde inşa edilebilmesi için zaruridir. Gözardı edilemeyeceği gibi ertelenemez de. Ertelenmemelidir” şeklinde konuştu.

Rektör Prof. Dr. Karabulut, “Kadına ya da erkeğe, aslına bakılırsa insana uygulanan şu ya da bu kılığa girmiş şiddetin tekil nedenlerle açıklanması mümkün değil, bunu bilmek lazım. Kadına uygulanan şiddeti toplumsal cinsiyet kavrayışlarına indirgemek, geleneksel yaşam biçimlerinin oluşturduğu bilinçli ya da bilinçsiz davranış formları ile açıklamak fazlasıyla indirgemeci sonuçlar üretecektir. Kadına şiddet olgusunun psikolojik, sosyal, siyasal, ekonomik, dinsel, kültürel ve hatta küresel nitelikli, yani çok yönlü bir arka planı vardır. Özellikle sosyal bilimcilerimizin bu arka plan üzerine daha derinlikli bir biçimde çalışmaları ve kuşatıcı analizler üretmeleri gerekiyor. Aksi halde yanlış teşhisin yanlış tedaviye, yanlış tedavinin ise “iyileştirmeye” değil, “hasta etmeye” sebep olacağı açıktır” sözlerine yer verdi.

“Bunu en doğru şekliyle başaracağımızdan en ufak bir şüphe bile duymuyorum”

“Nedeni her ne olursa olsun, daha önce de değindiğimiz gibi, ülkemizde maalesef kadına yönelik şiddetin her çeşidi ile karşılaşıyoruz” diyen Rektör Karabulut, “Bu durumu bir mesele haline getirmek, bununla mücadele etmek ve bunu önlemek hepimiz için bir vazifedir. Kız ve erkek çocuklarımıza şiddete bulanmış bir zihin, birbirlerini anlamak yerine ötekileştirdikleri sağlıksız bir kavrayış ya da insan onurunu hiçe sayan otoriter bir cinsiyetçiliği miras bırakamayız. Bırakmamalıyız. Bunu en doğru şekliyle başaracağımızdan en ufak bir şüphe bile duymuyorum” ifadelerini kullandı.

Rektör Karabulut, “Cennet annelerin ayaklarının altındadır,” diyerek kadınlığı ulvî bir zeminde değerlendiren bir peygamberin ümmeti olarak kadınlarını saltanat otağının başköşesine oturtarak hayatın her alanına ortak eden ataların torunları, bünyesinden tarihe yön veren Terken, Seyyide, Hatîce ve Altuncan Hatunları, Hayme Anaları ve Hürrem Sultanları, böyle güçlü kadınları çıkaran bir tarihin mensupları olarak” sözlerine yer verdi.

Rektör Karabulut, “Vatanı işgal eden düşmanlara karşı silah kuşanan Nene Hatunları, cepheye mühimmat taşırken yavrusuyla birlikte soğuktan donarak şehit olan Şerife Bacıları, kılıç kuşanır gibi kalem kuşanan Halide Edipleri ve Şule Yükselleri, henüz yirmili yaşlarının başında ve hayatlarının baharında olmalarına rağmen büyük bir cesaret örneği gösterip öğretmenlik yapmaya gittikleri köy, kasaba ve mezralarda teröristler tarafından şehit edilen melek yüzlü Neşe öğretmenleri, Şenay Aykübeleri yetiştiren bir milletin evlatları olarak yalnız kadını, erkeği ya da çocuğu değil, aynı zamanda her bir hayvanı ve nesneyi de nereye koyacağını sevgi, merhamet ve adaletle tayin eden, varoluşu çerçevesinde en doğru şekliyle anlamlandıran böyle köklü bir tecrübenin varisleri olarak söz konusu başarıyı göstermeye elbette muktediriz. Bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır” şeklinde konuştu.

“Tarihinin kendisine yüklediği görevi idrak ederek ayağa kalkan ve her alanda kendini geliştiren, büyüyen ve üreten Türkiye’miz, tıpkı dünyanın bütün mazlumlarının sığınabildikleri bir liman olduğu gibi, kadınlarımız ve çocuklarımız için, ailelerimiz için de dünyanın en güvenli yeri olmalıdır. Olacaktır. Bir kadın olarak buna yürekten inanıyorum” diyerek sözlerine son verdi.

MTÜ Genel Sekreteri ve Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Özlem Altuntaş da, “Malatya Turgut Özal Üniversitesi’nin kuruluş sürecinin devam ettiği ilk yılında kurulan 10 uygulama ve araştırma merkezinden biri de “Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezidir. Bu konuda öncelikle hassasiyetinden dolayı Rektörümüz Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut’a teşekkür ediyorum. 8 Ekim 2019 tarihinde kurulan merkezimizin amacı; kadının eğitim, ekonomi, toplum, hukuk ve sağlık alanlarında yaşadığı sorunlara karşı duyarlılık geliştirmek, farkındalık oluşturmak, mevcut sorunlara ilişkin çözüm önerileri ve stratejiler geliştirmektir. Bunun için, etkinlikler düzenlemek ve muhtelif projeler hazırlayarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Yıllar önce yaşanan ve günümüzde ne yazık ki halen devam eden kadına yönelik şiddete karşı farkındalık ilk olarak, BM Genel Kurulu 1999 yılında 25 Kasım gününü Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan edilmesidir” ifadelerini kaydetti.

“Kadına Yönelik Şiddete Psikiyatrik Bakış” başlıklı konuşması ile söyleşiye katılan MTÜ Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Kerim Uğur da, “Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış konularını içeren ‘6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Kanunu’na’ değinerek, “Günümüzde en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara kadar bütün kadınlar geleneksel kavramların da etkisiyle fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik şiddete maruz kalabilmektedir” dedi.

Uğur, “Kadınların eğitilmemeleri, emekleri karşısında ücret almamaları veya erkeklerden daha düşük ücret almaları, daha düşük sosyal konumda yer almaları şiddete uğramalarını arttırmaktadır” diyerek, sosyal öğrenme konusuna değindi ve burada aile kuramının önemini belirtti.

“Merhamet duygusunu neden kaybediyoruz”

ÖNDER İmam Hatipliler Derneği İl Kadın Kolları Başkanı Mine İpek ise, “Ayetlerde de ifade edilen şekliyle, and olsun ki biz insanı en güzel şekilde dünyaya getirdik ifadesi kullanılıyor” diye başlayarak “Buradan yola çıkarak şunları ifade etmek istiyorum. Bizim gerçekten yaradılış itibari ile ruhumuz aslında iyiliğe yönelik kodlanmış durumdadır, bu şekilde dünyaya geliyoruz. Acaba süreç içerisinde neler yaşanıyor, nelere maruz kalıyoruz ki gerçekten güzel dünyaya getirilen canlılar iken daha sonra ihanet eden, şiddete bulaşan yaratık haline dönüşebiliyoruz. Bu noktada da eğitimi önemsiyorum. Acaba bizler merhamet duygusunu neden kaybediyoruz. Kadın dediğiniz zaman anne akla geliyor, kardeş akla geliyor, eş akla geliyor. Nasıl olabiliyor da, hangi duygunun işlenmemesi şiddete meylettiriyor, Bu anlamda ilk olarak ailelerde verilen eğitimi, sonra da okul öncesi eğitimleri önemsiyorum. Bunlara dikkat edersek eğer, mutlaka toplum bir dönüşüme girecektir” cümlelerini sarf etti.

“Kadına şiddet hangi şekilde olursa olsun affedilemez”

MTÜ Tıp Fakültesi Kadın Doğum Anabilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Hülya Aladağ, “Kadına şiddet hangi şekilde olursa olsun affedilemez, hele kadın gebeyse, şiddetin daha sıkıntılı sonuçları olabiliyor. Gebelikte kadınların yüzde 67’si sözel, yüzde 20’si fiziksel şiddet görüyor. Evliliğinde şiddet gören kadın gebelikte de şiddete maruz kalıyor. Her on kadından biri şiddet görüyor, oysa travma hem annenin hem bebeğin hayatını riske atıyor. Annesi gebelik boyunca şiddet gören bebeklerde psikoloji etkileniyor ve hayati risk oluşuyor. Şiddet toplumun kanayan yarasıdır ve düzeltilmesi gereken bir davranış şeklidir” dedi.

“İnsan sosyal bir varlıktır, iletişim kurmadan yaşayamaz”

MTÜ Sağlık Bilimleri Fakültesi’nden Dr. Öğretim Üyesi Aysel Özdemir, “Kadına şiddet, hiçbir gerekçe ile meşrulaştırılamayacak kadar büyük bir insanlık suçudur ve küresel çapta yaygın hale gelmiş bir toplumsal ruh sağlığı sorunudur. Biliyoruz ki şiddet, uygulayıcıları tarafından çocuk yaşta ailede öğrenilir ve normal bir davranışmış gibi sergilenir. Aile kaynaklı olduğu için de en çok aile içinde uygulanır.” diyerek, “Ele aldığımız konunun daha net anlaşılması için burada hayati 3 kavramdan bahsetmek istiyorum. Bunlardan biri iletişim. Çok basit bir tabirle iletişim, kişilerin birbirini anlaması ve kabul etmesidir. Biliyoruz ki insan sosyal bir varlıktır, iletişim kurmadan, yaşayamaz. Bir diğeri ise aile. Toplumu ayakta tutan temel yapı taşı aile olduğuna göre, aile içi iletişim de en temel ve en önemli insan ilişkisidir. Bireylerin ilk deneyimlerini yaşadığı, ilk tutum ve davranışlarının belirlendiği ortam, ailedir. Çocuk bağımsız bir birey olma yolunda ilerlerken, aile içinden model alır. En sonuncusu ise etkili iletişim. Biliyoruz ki, sadece doğru bir iletişim sağladığımızda karşımızdakinin duygu ve düşüncesini anlayabilir hale geliriz. Yani etkili iletişim sadece kendini ifade etmekle değil, aynı zamanda söylenenleri de sabırla dinleyebilmek ve anlayabilmekle sağlanır. Cevap vermek için yapılan dinletilerde, gerçek iletişimin sağlanması mümkün değildi” diye konuştu.

Çevrimiçi olarak gerçekleşen program, kadına yönelik her türlü şiddete karşı birlik ve beraberlik mesajı verilmesiyle sona erdi.

Anahtar Kelimeler:

YAZARLAR