Tülay Demircan KOYUNCU


Yüreğinle Çağır da Geleyim...

Yüreğinle Çağır da Geleyim...


Küçük kollarını öyle büyük bir yürekle açıp sarılmıştı ki!

Çevresindekilerin gözlerinde yaşlar dolup taşmıştı.

Küçük Cuma, aylar önce evlerine yardım getiren bir teyzeyi hiç unutamamıştı.

Annesine sık sık;'anne o teyze bir daha gelir mi? 'Diye sürekli soruyordu.

Annesi de; 'bilmem ki oğul, belki ramazan ayında yine gelir.' deyip, oğlunun yüreğine umut ekiyordu.

Cuma yüreğiyle dua edip, çok uzaklarda yaşayan o yardım sever teyzenin tekrar gelmesini, yaradanından istemişti.

Cuma'nın, o teyzeyi sevmesi ve gelmesini niyaz etmesinin sebebi, evlerine getirilen maddi yardımdan ötürü değildi.

O teyzenin, Cuma'nın küçük yüreğine kocaman bir sevgi tohumunu ekmesiydi.

Rabbi de yolları var etmiş ve o teyzeyi göndermişti.

Cuma'nın evlerinin sokak kapısı bir gün ansızın çalınmıştı.

Kapıyı Cuma'nın annesi açmış ve heyecanla;'Cuma oğul bak kim gelmiştir!'diye yüksek sesle seslenmişti.

Koşarak kapıya gelen Cuma, yüreğiyle gelmesini istediği teyzesini karşısında görünce, boynuna atlayıp sarılmıştı.

Uzak yollardan gelen teyze ise, Cuma'yı öpücüklere boğmuştu.

Demek ki!

Kalpten istenen mutlaka gelir di.

İşte böyle bir bağ var olmuştu, Cuma ile manevi teyzesinin arasında.

  

Yetim ve ihtiyacı olan çocukları mutlu edebilmek ve de, yardımlar toplayıp ulaştıra bilmek için var gücüyle çalışan, manevi teyzenin hayatta ki en büyük mutluluğu bir yüreği öpmekti.

Her insan, yürek öpmeyi bilemez di.

Makamlara ya da mevkilere sahip olmuş insanlar, manevi değerlerini makamına ve mevkisine gömmüş ise değil yürek öpmeyi, bir yanağı dahi öpemez ki...

Sadece kalpten kalbe yol vardır ya,

İşte oradan yalnızca, çıkarsız ve riyasız sevginin gücüyle yola çıkanlar yürüye bilirlerdi.

Ve hiç bir güç o sevgiyi söküp çıkaramazdı.

Sevmek sizce neydi!

Sevmenin bir bedeli olmalı mıydı?

Peki ya, sevilmek için ne yapılmalıydı?

Çaba sarf edilmeden sevilmenin imkânı var mıydı?

Tükenmeyen, ucu görünmeyen sorulara

Cevap bulmak, oysa ki çok da zor değildi.

Ahir zaman denilen bu yüzyılda maalesef ki, maddi çıkarlar manevi duyguları da satın almaktaydı.

Çıkarsız selamlar bile verilmemekteyken, kim sevgiyi riyasız bir şekilde, bir yoksul yada yetim çocuğun yüreğine dokuna bilir di ki!?

Zenginlikleri ile nam salmış küçük yürekler bu duyguyu yaşayamazlardı.

Aşkı bedene indirmiş beyinler ise

Asla ücra bir köydeki kan bağı dahi olmayan bir yetimin aşk ile bağlandığı o yüreği okuyamazlardı.

Bir yüreğin güftesinden, sevda bestesini yapa bilmekti, asıl hünerli olmak.

Ya da yüreğe bir resim çizebilmekti.

Kâğıtlara yazılanları herkes okuyabilirdi.

Marifet bu değildi.

Yoksa kalemin yazamadığı duyguların var olup da, yüreğe yazılanı, ruhuna kıraat ile nüfuz edebilmek miydi!

Yürekli olabilmek!

Ya da, sevilmek için sevmek de lazım mıydı?

Sevebilmek...

Gözlerin görebilmesi,

Dudakların dokunabilmesi,

Kolların sarabilmesi,

Ayakların yolları aşındırabilmesi,

Kan ile değil de,

Kalp ile bağlanabilmesi lazımdı.

İşte buna aşk ile sevilmek ve sevmek denilebilirdi.

Bir minik dudak değmemiş ise, üşümüş yanağına,

Isınmaz ki ruhun.

Dikenleri neden vardır güllerin!

Sadece aşk ile öten bülbül konabilsin diye..

Aşkı anlamak için,

Güneş ile ayı

Gece ile gündüzü

Kış ile yazı ayırmadan seveceksin.

Zifiri karanlıkta secde edebilmeyi,

Buz gibi su ile abdest alabilmeyi,

Kavuran sıcaklıkta tavaf edebilmeyi

Ve bir yüreğe,

Karşılıksız ve çıkarsız bir gül dikebilmeyi öğreneceksin.

Hayatına okuyabilmiş isen, Kuranı Kerimi...

Aşk ile bakan gözlerine

Aşk ile yanan yüreğine selam olsun.

İşte o zaman!

Ruhuna edebi bir ömrü yaşatabilmişsindir.

  

'Aşk' yaşanmalıydı.

Beden aşkı bilmez

Sor biçare yüreğine

Müsade etmelisin

Kiralık nefes ile yaşayan ömrüne...

Sevgilerimle