Birazdan yağmur yağacak,
Hava karardı, gök gürlüyor.
Pencere önüne gideyim, kaçırmak istemiyorum bu anı…
Rüzgar esiyor, okaliptüs yaprakları, balkonda serili çamaşırlar delice sallanıyor..
Aşağı, yukarı, sağa sola, her yana… Her yanda bir heyecan…
Toz bulutları yerde uçuşuyor, gökteki adaşlarına yalvarır gibi…
Biz hazırız, tutma yağmuru gelsin diyorlar.
Yağsın yağmur üstümüze… Yağsın, yağsın…
Ve başlıyor yağmur…
Yavaş yavaş, çiseleme bu…
Bir, üç, beş… Melekler iniyor…
Yağmur hızlanıyor… Melekler hızlanıyor.
Her bir damla, bir melek tarafından indiriliyor.
Damlalar birbirine değmeden toprağa düşüyor.
Toprak, yağmuruna kavuşuyor…
Yerde hafif bir sislenme var…
Cama bakıyorum, cam da nefesimden buğulanmış…
Toprağın sisi, camın buğusu birbirine benziyor.
Yağmur yağınca hep böyle oluyor.
Ham maddemiz, aynı olunca…
Toprak, yağmurla canlanıyor…
Ben de böyle mi dirileceğim diye düşünüyorum?
Bir’den başka bir düşünce.
“Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyiniz, onlar diridir”
Peki, ya Allah yolunda yaşamayanlar ölü müdür!
Toprak, parça parça diriliyor.
Yağmur yağdıkça….
Peki, ya ben?
Büsbütün canlı mıyım?
Aklım, kalbim, dilim, kulağım, elim, ayağım canlı mı?
Bütün hücrelerim diri mi?
Boşa harcadığım, Rabbim seni anmadığım zamanlar, boşa konuştuğum, duyduğum kelimeler geliyor aklıma…
Ben yer yer diriyim…
Yani, yer yer ölü….
Ben ölmüşüm haberim yok.
Ben ölmüşüm, ağlayanım yok.
Bu kadar umutsuz olma diyorum kendime.
Umutsuzluk da bir ölümdür.
Koş yağmur daha dinmedi...
Kapıya koşuyorum…
Her bir yanıma değsin yağmur, sırılsıklam olayım.
Toprak misali dirileyim …
O an, Hz. Süleyman’dan bir mesel kapımı çalıyor.
Hani, toprak kurumuştu…
O ashabıyla yağmur duasına çıkmıştı.
Orda karıncayı gördü:
Karınca: ” Rabbim, yağmur yağdırsan da, yağdırmasan da ben senden müstağni değilim” diyordu.
Hz. Süleyman, dönelim “ben duamı öğrendim” dedi ashabına.
Ben de öylece dönüyorum…
Yağmuru hiç umursamadan…