Ayşe ÖZKAN


Sevgi...

Sevgi...



Sevgi… Sevgi nedir? Bir kişiye veya nesneye duyulan güzel duygular mı yoksa sadece insanlar arasında karşılıklı olan bir şey mi? Karşılıklı olmak zorunda mıdır sevgi? İnsanı hayata bağlayan tek şey midir yoksa hayatı insana bağlayan, onu yaşama isteği uyandıran mıdır? Belki yalandan yaşadığımız tek şeydir belki de yalanlarla kurulu dünyada tek gerçek… Bazen bir annenin uzaklardan gelen yavrusuna hasret dolu bakışının ardından ona yaşlı gözlerle sarılması bazen en berbat durumda olduğumuzda bir dostumuzun sıcak bir gülümseyişle sıkıca elimizden tutmasıdır. Bazen yere düşen bir çocuğun gözünde damla damla gözyaşı olarak belirir, hep yanında olan annesine olan sevgisi bazen de yolda yürürken sebepsiz yere eşi için dalından bir gül koparıp verir, onun şaşkın bakışlarına, aslında “seni çok seviyorum” çığlığı atan “içimden geldi” sözleriyle cevap vererek…

Aldatılan insan mı yoksa sevgi mi? Aslında aldatılan sevgidir. Allah sevgisi, peygamber sevgisi, anne-baba sevgisi, kardeş sevgisi, eş sevgisi, arkadaş sevgisi, kedi sevgisi, toka sevgisi, böcek sevgisi, meslek sevgisi, giysi sevgisi, para sevgisi,… Tüm sevgi çeşitlerini düşünün ama hepsini… Bu kadar sevgi içinde yaşıyorken üzerine basmadığımız, kırıp incitmediğimiz, aldatmadığımız sevgi yok mu? “Rabbim’i çok seviyorum.” deyip sonra en küçük bir aksilikte isyan etmediğimiz olmadı mı, iyiliğimizi isteyen ebeveynlerimize “Of ya! Bıktım sizden.” diye karşılık vererek onları ağlatmadığımız zamanlar yaşamadık mı, ölümde ve yaşamda her anında yanında olacağınıza söz verdiğiniz eşiniz yanınızda olmadığı zaman gözleriniz karşı cinsten sıcak bir gülümseyiş aramadı mı ya da buna karşılık vermedi mi hiç… Bu şekilde aldattığımız sevgiler kimin sevgisi? Aldattığımız yalnızca kendi duygularımızdır. Çünkü verdikleri sevgiden dolayı mağdur ettiklerimiz aslında bizi sevmeye devam ederler kırık bir kalbin içinden hüzünlerini sızdırarak… Öyleyse aldatılan bizim sevgimizdir. Kendi sevgimizi aldatmak… Nasıl olur böyle bir şey? İnsan kendi kendini aldatır mı karşısındakini aldattığını sanırken… Kurnaz olduğunu düşünürken kendinin aslında kendisini tuzağa düşürürken…

Hani bazıları vardır “her şeyden ve herkesten nefret ediyorum” diyen. Aslında onlarda sevgi yaşarlar ama zıt kutuplarda… Hatta “sevmek” kelimesini belki onlar dünyada en çok kullanan kişilerdir: Seni “sev”miyorum, kendimi “sev”miyorum, kedileri “sev”miyorum, ailemi “sev”miyorum, Pazar günlerini “sev”miyorum, … gibi cümlelerle kuruludur tüm konuştukları. Bir insanın fikri neyse zikri de odur ama bu kişiler gerçekte her şeyi sevip de karşılık bulamadıklarını sandıkları için böyle diyorlarsa bizleri kandırmak için? İnsan psikolojisinde insan bir konuda aşırılık gösteriyorsa aslında onun tam tersini içinden geçiriyordur düşüncesi vardır. Erich Fromm ‘un “Sevme Sanatı” adlı kitabında da bahsettiği gibi nefret ve sevgi birbirini dengeleyen zıt unsurlardır. Bir kişinin kendini çok çok seviyormuş gibi görünmesinin öyle hissetmesinin altında kendinden çok nefret etmesi kendini beğenmiyor olması yatıyor olabilir. Bu sayede nefretinin derecesinde kendine sevgi besliyor ve sorununu zıtlıkla dengeleyerek çözüyor.

Aslında her şeyi ve herkesi en azından, büyük şair Yunus Emre’nin dediği gibi, Yaratan’dan ötürü sevmek sevginin en güzel ölçüsü, en anlamlı ve riyasız sevgiden doğan masum bir duygu değil midir? Öyle ise ne duruyoruz hadi başlayalım bugünden karşılık beklemeden sevmeye; bulutların arkasına geçerek bizden saklanıp içimizi daraltan güneşe, henüz görülmeyen aya, şemsiyesiz iken üzerimize yağmur damlalarını bırakan kara bulutlara,… “Hepinizi seviyorum, çünkü şimdi böyle davranmanızın sebebini biliyorum.” diye haykırmaya…

AYŞE ÖZKAN