Bugünlerde birçok yerde kongre var. Partiler illerde, ilçelerde kongre yapıyor, kurultaya doğru yol alıyor. Bu konuda en deneyimli ama en gergin kurultaylar ise CHP’de yaşanıyor. Bunu en güzel özetleyen de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu oldu; “Tüzük dediler, işte tüzük. Seçim diyorsanız onu da yapacağız”.
Hiçbir sorun yoktu.
Nasılsa iki gün arayla farklı kurultaylar yapılabiliyordu.
Hatta üçüncü kurultayı isteyenlere karşın, hepsinin iptalini isteyen de vardı.
Elbette partilerde seçimler, bir yenilenme aracıdır. Taze kandır, heyecandır, farklı bir aktivitedir ve parti içerisinde canlılığın en önemli aracıdır.
Buraya kadar olanda sorun yok.
Sorun, aynı partililerin bir birlerine karşı düşmanca tavırlarıdır.
Ayak oyunları, bir birinin yüzüne gülüp, arkasından kuyu kazmalardır.
Partilerimiz zaten çok demokrat.
Yereldeki yöneticileri genel merkez atar.
Sonra da atanan yöneticinin “kongrede oylanmasını” isterler.
Birine tepki gösterenler, bir diğerini görmezler.
Yani “ben atanınca iyi, öbürü atanınca kötü” olur.
Oysa seçim, “birden fazla kişi üzerinde tercihte bulunma”dır.
Bir kişinin katıldığı kongrelere seçim denmez, “onama” denir.
Ne yazık ki bu tür “onama genel kurullar” her ilde, her ilçede yapılıyor.
Ve partilerin genel başkanları “atama” başkanların oylarıyla kurultaya gidiyor.
Önceki gün CHP’nin 81 il başkanı “Kılıçdaroğlu’na tam destek” verdi.
Kurultay öncesi bu bir motiveydi.
Aynı zamanda muhaliflere gövde gösterisiydi.
Oysa o il başkanlarını atayan da Kılıçdaoğlu’ydu.
Ne ki, önemli olan o anda muhaliflere çalım atmaktır ve o çalım, ekranlar önünde atılır.
Bu defa muhalifler alır sazı eline “Sel gider kumu kalır” diyerek, genel başkanın sel, kendilerinin kum olduğunu söylerler.
Ve bir süre sonra sel gidecek, kumlar kalacaktır.
Ancak “o kumların yaşamı zorlaştırdığını” da bilmezler.
Partilerdeki statükocuların, ülkedeki statükoculardan çok daha etkili olduğu aslında hep biliniyor.
Herhangi bir ilde, her hangi bir ilçede bile partide görev alanlar, orayı “babasının partisi” olarak görür.
Her zaman dışarıdan gelen, sonradan katılan, atanana karşı çıkarlar.
“Küçük olsun benim olsun” derler.
Partiyi büyüten, üye çoğaltan, yeni yüzlerle tanıştırandan haz etmezler.
Yarın kendilerini hesaba alan olmayacaktır.
Oturacakları bir sandalye bulamayacaklardır.
Partiye emek(!) vermişlerdir.
Oysa her partide, en büyük emeği veren partinin çaycısıdır ama asla o çaycı kardeşimiz “başkan” veya “milletvekili” olamamaktadır.
Bunu, bütün partililer bilir ama partiyi ne kadar küçültebileceklerinin hesabını yaparlar.
Aslında, partilerdeki statükocular, bürokrasidekilere benzer.
Bürokraside “bakan”, “genel müdür” veya yerelde “müdür”e aynı tepki konur.
Oranın “sahibi” çalışandır.
İşi bilen onlardır.
Dışarıdan gelip, “düzenlerinin” bozulmasını istemezler.
Bir denge kurulmuştur ve o dengede kendileri önemli bir isim olmuştur.
Partiler de öyle; küçüktür parti, herkes bir birini tanır.
Sabah elini kolunu sallayarak girdiği partide itibar görmektedir.
Bir iş yaptığı yoktur ama “takılmayı” iyi bilir.
Böylece kendi küçük dünyasında büyük bir yer edindiğinin farkındadır.
Dışarıdan gelen, muhtemelen birikimlidir.
Alanında başarılıdır.
Sevilendir, sayılandır.
O geldiğinde, kendisinin pek “kıymeti harbîye”si kalmayacaktır.
Hem birilerinin “adamı” diye orada durmaktadır.
Kendisine bir cevher olduğu için partiye gönderilmemiş, genellikle “oy” zamanı, “oy oy oy” diye inleyenler, “potansiyeler oy”la dengeyi sağlamaktadırlar.
Bu kadın da olur erkek de…
Bütün partilerde bu böyledir; Hiç ayrım yapmadan bütün partilerde.
CHP’de de tabii ki.
CHP kurultayı gergin başladı.
Kendi milletvekillerini tartaklamaya çalıştılar.
Pet şişe attılar.
Bir diğerleri otelde toplandı.
Genel başkana tepki gösterdiler.
Genel başkan; “Kimse partinin huzurunu bozamaz” dedi.
Çünkü “huzur” kendisiydi.
Oteldekiler ise “sel gider kum kalır” dedi.
Sel, genel başkandı.
Kum, kendileri.
Genel başkan gidecek, kendileri kalacaktı.
Bunlar, aynı davaya gönül vermiş insanlardı.
Herkes, huzur olarak kendisini görürdü. Kalıcı olan kendileriydi. Sonradan gelen, asla önceden gelen gibi olamazdı. Buna izin vermezlerdi. Kendi beceriksizlikleri, halktan kopuklukları, hedefe yürüyememeleri sorun değildi. Kendileri olmalıydı, gerisi önemsizdi.
İşte böylelerinin eline tutuşturulan kâğıt parçasına “istifa” yazdırmaları normaldir.
Ve organizatörün aşağıda oturup, “ne kadar ayıp” diye tepki göstermesi de bir samimiyet(!) göstergesidir.
Unutmayın, her partide sel gider kum kalır.
Ama bugün sel olanlar, yarın kendilerini kum sanacaklar.
Şunu da unutmayın, kum, yürümeyi zorlaştırır, yerinizde sayarsınız, hâsılı sizden hiçbir şey olmaz…
Twitimden seçmeler
İlker Başbuğ, “hapishaneye uyum sağladım” demiş. Ama biz açık hapishaneye uyum sağlayamadığımızdan demokratlaştık.
