Elif UZAK


Samimiyet...

Samimiyet...


'Samimiyet'

Bu sabah gönül penceremi çalan bir titrek kuştu samimiyet.. Kimdir neyin nesidir bilmem. Tatlı mıdır ekşi mi? Rengi nedir? Kokusu neye benzer hiç bilmem. Lisede ki felsefe hocamın 'Bilmediğin bir şeye - Bir nedir? -  sorusu soracaksın.' deyişi zihnimin kıvrımlarında dolaşırken, felsefenin soğuk koridorlarından bu sıcak kelimeye mana çıkmamalıydı. Kendimi bir paradoksun içinde bulsam da sanırım yolu yarılıyordum.. Gönül penceremden ansızın geçen kuştu samimiyet. Ne yazıktı.. Bir kuş gönle sorarken samimiyeti, asrın vebalı zihniyeti kalbini yoklayamıyordu.

Mahlûkat içinde his ve duygu membaa olarak yaratılan insan, acaba nerede kaybediyordu?

“Acaba insan denince hatırlanıyor muyuz? “ diyen gönlü güzel amcanın gözlüğüyle bakıyorum kendime, aman Allah’ım acaba büsbütün çıldırıyor muyum? Akıl çemberimi çeviren kuşlar kaçıştı caddelerde yürüyen deli portreleri, kimse bir diğerinin yüzünü seçemiyor. Ya gönlünü? Kalabalık hızla yürüyor yürüdükçe tahribat artıyordu. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. O da ne duyan yok! Zarif şairin deyimiyle 'Her yanda yanıp sönen bir kıyamet algısı haydi koşayım diyorum belki dağılır, koşuyorum sancağımda kendi rüzgârımla ölgün kıpırtılar.'... Oysa ben birini sevdim mi evvela gönlüne tutunurum. İki gönlü bir eden en kuvvetli tutkal samimiyet değil mi? Samimiyet sevgili dost! En azgın çehrelerin paslı çivisini söken efsunlu iksir, harikuladenin fevkinde bir  tiryak!!, maalesef bu asrın insanında adına rastlanmadı.... Gözlüğün kollarına ilişiyor nemli gözlerim 'Son insanlık mirasıdır. “.. Bir kıyamet sancısıyla çıkarırken yükümü ellerim kalbimi yokluyor. Buradan bir acı kanamış boyuna...