İnci ÇELİK


Psikolojik Bir Davranış(!) Türü: Şiddet

Psikolojik Bir Davranış(!) Türü: Şiddet


Bir kitap düştü yere

Bir vazonun cama çarptığı an kazındı gecenin sessizliğini henüz üzerine örtmüş sokağa

Birkaç tokat sesi vurdu odanın dili yok duvarlarına

Bir kalp kim bilir kaç parçaya ayrıldı sarı loş ışıklar altında

Sessiz bir çığlık attı bir anne

Hayata küfretmeyi marifet bildi bir “adam!”

Gözlerini sıktıkça sıktı, başını ellerinin arasında sıktıkça sıktı bir çocuk

Gün her şeye rağmen doğdu gecenin sabahına

Sokak doldu taştı gün ışığıyla

Sevgililer kucaklaştı

Ayrılanlar helalleşti

Kavuşanlar ayrılığın acısını çıkarmayı ihmal etmedi

Kadının yarası inceden inceye sızlamakta mahsur görmedi

Dünya dönmeye devam etti, hiç hız kesmedi…

Bedene indirilen darbenin ruha nüksettiği an katlanmış acıyla tanışır varlık. Nefreti daha artar... Bir kaşık sudur yetecek olan, çoğu zaman bir türlü bulunamayan. Karşındakinin nefretinin dönüştüğü eylem karşısında aciz kaldığın, aczi yetine sövüp saydığın…

Kaç asır öncesine dayanır, dünya kurulduğundan, insanlık var olduğundan beri midir? Bilemem.  İnsanların içine ne zaman düşmüştür tohumu, ne zaman terk etmiştir son kalan dirayetleri de bedenlerini…

Süslü cümleler kurmak yakışmayacak bu yazıya, farkındayım…

 “Senin ruhunun ezilmişliğidir dışa vuran, unutmayasın!” diye bağırmak gerek açık açık…

 Dile çok şeyin gelmesi, susmamak, “korkmamak” deyimini adı gibi ezberlemiş olmak gerek…

Bir Dürtü, Hazmedememişlik…

Sindirmek için karşı tarafa uygulanılan, zarar vermeye yönelik psikolojik bir davranış türüdür; şiddet. Bir üstünlük göstergesi, zorla kabul ettirme, emrinde olduğunu ima etme gibi birçok nedene dayandırılabilir. Dünya üzerinde fikirlerini dayatmak, üstünlüğünü kanıtlamak adına anlatım yetisinin eksik kaldığı durumlarda fiziksel şiddete başvuranlar da azımsanmayacak kadar çoktur maalesef ki!

Şiddet, insanlığın var oluşundan bu yana baktığımızda daha çok ezilmişlik duygusunun tezahürü, dışa vurumudur. Zaman zaman kişilerin birbirine karşı olan güç gösterisi olarak da ele almak mümkün. Madden olabileceği gibi manen de kişiyi hasara uğratması kuvvetle muhtemel. Toplum tarafından desteklenmiş, meşrulaştırılmış, toplumumuzun örf-adet-aşiret kavramlarında yer bulmuş, bulmak zorunda kalmış bir eylem.

Kadın Gözüyle Probleme Bakınca…

Probleme bir de cinsiyet farklılıkları yönünden bakacak olursak kadınların hem madden hem manen “şiddet” eğilimlerine daha fazla maruz kaldığını söylemek mümkün. Ve belirtmek isterim ki elbette, daha az olması, erkeğe uygulanan şiddeti meşrulaştırmaz yahut göz ardı edilmesini gerektirmez. Erkeğe de, kadına da, çocuğa da, hayvanlara da yapıldığında şiddeti hoş görmemiz beklenemez. Fakat yaratılış esası, kadınların –yaygınca- fizik itibari ile erkeklerden daha hassas olduğu göz önüne alınırsa, kadınlara uygulanan şiddet üzerine daha çok eğilmeyi haklı bulabiliriz. İşte bu noktada da kadınların tarih boyu aşağılanması, kız çocuklarının gömülmesi, erkek çocuk doğuramadığı gerekçesi ile maddi manevi ezilmesi (maalesef çocuğun cinsiyetini babanın belirlediğini günümüzde bile bilmeyen, kabul etmeyen erkekler var!) meselelerine dikkat çekmek uygun olacaktır.

Günümüze gelindiğinde ise geçmişe nazaran eğitimli nüfus artmış olmasına rağmen, -eğitimli kişilerin evliliklerinde dahi- kadınların eşleri tarafından şiddete maruz kalması bir insanlık ayıbıdır. Bu problemler eğitim sistemimizin, ebeveynlerin duyarlılığının ve hukuk sistemimizin bize geribildiriminden başka şey değildir.

Bu problemlerin toplumumuzdaki inanışlar açısından seyrini ele aldığımız takdirde varlıklara karşı şiddetin her türlüsünün atalarımızın İslamiyet’i kabulü ile dönüm noktası yaşadığını söylemek mümkün. Ancak günümüz dünyasında –maalesef ki- kimi İslami kurallar erkeklerin tekelinde kalıyor. Bu bağlamda fiziksel şiddetin yanı sıra kadınlara yönelik kısıtlamalar ve üzerlerinde kurulan baskılar vesilesi ile oluşan psikolojik şiddeti de göz ardı etmemek gerek. Karısının çalışmasına dinen hoş bakmayan bir bey, aynı ortamda kendisinin çalışmasında bir sakınca görmeyebiliyor. Bu tarz kişilerin dini kadınlara referans göstermesi, mevzu kendileri olduğundaysa, şahıslarını dışarıda tutmaları da ayrıca ele alınması gereken bir muammadır. Samimiyetsizliklerinin açık kanıtından başka şey değildir. Nadir olsa da, elbette bu olaylara karşı pencereden bakmak da olasıdır.

Belirtmeden geçilmemesi gereken bir diğer gariplikse, İslami kurallara göre yönetilen ülkelerde kadınlara uygulanan kimi cezaların İslam hukukunda yer almasına rağmen erkeklere uygulandığını görmenin mümkün olmamasıdır

Üstesinden Gelmek İçin…

Çocuklara eğitim verilirken “insani davranış” kavramının ve cinsiyet farklılıklarının “fırsat eşitliği”ne engel olmayacağının çocuklara doğru algılatılmasının sorunun toplumsal boyutunda önemli mesafe kat etmemizi sağlayacağı kanısındayım. Çocuk eğitimi konusunda anne-babalara sunulacak seminerler de şüphesiz faydalı olacaktır. Bilinçli bir nesil yetiştirilmesinin yanında, var olan şiddeti önleyici yasaların pekiştirilmesi, sağlamlaştırılması da elbette hayati önem taşıyor.

Tüm kuralların, dayatmaların, yasaların ötesinde zihinlerde devrime ihtiyaç olduğunu da unutmamak gerek…

 Nitekim yakın zaman önce kadına tehdide karşı korunma isteme talebi konusunda önemli kolaylıklar sağlandı. Ayrıca şu günlerde alt komisyon “Çocuk cinsiyeti nedeniyle kadın üzerinde oluşturulan psikolojik şiddet, başlık parası ve geleneksel evlilikler” konularını ele aldığı raporunu tamamladı. Raporda yer verilen görüşlerin bir bölümü ise şöyle:

''Dünyaya çocuk getirmek, özellikle de erkek çocuk getirmek, hem erkeklerin hem de kadınların birincil kaygılarını oluşturmaktadır. Çünkü annelik, kadınları en fazla güçlendiren deneyimlerden biri, kendilerini var edebilecekleri meşru bir alan ve erkek çocuk geleceğe yönelik ekonomik sigorta olarak görülmektedir.

Çocuğun cinsiyeti kadın için önemli, çünkü erkek çocuğu olduğunda kocası ile bağının daha güçlü olacağına, kocasının ve ailesinin gözünde statü ve değerinin daha yükseleceğine inanılmaktadır. Erkek açısından ise çocuk cinsiyeti, erkek çocuk istemi kadına göre çok daha önemli, 'erkek adamın erkek oğlu olur' inancı, baba soyunun devamı ve aileye kaynak sağlamaları gibi beklentiler bu önemi artırmaktadır.''

“Şiddet konuşamayan bir dünyanın sorunudur”

Konuşmayı, anlatmayı, anlamayı öğrendiğimiz vakit; dünya daha yaşanılası bir yer olacaktır.

— Kadınların sürekli baş tacı olduğunu vurgulamak, ezilmişliklerini örtme çabasıdır; sürekli eşit olduklarını vurgulamak eşit olmadıklarının göstergesi. Bilmeliyiz ki, su götürmez gerçekler tasdike ihtiyaç duymaz.

— 8 Mart’ın önem kazanmasına neden olan -o gün çıkan- yangında kadınlarla beraber erkeklerinde hayatını kaybettiğini hatırlatıp, bu günün bir anma günü olmasını daha mantıklı bulduğumu belirtmek isterim. Kadınlık kişiye yüklenmiş bir sıfat, bir kazanım değildir. Öğretmenler günü, anneler günü, babalar günü tarzı etkinlikler gibi “kadınlar günü”nü kutlamak gözümde biraz iğreti duruyor. Konuyu, üzerine rastladığım bir gazete cümlesiyle noktalamak istiyorum;  “ erkekler ve kadınlar arasında ahlak ve insanlık ortak zemin olmadığı sürece, ne 8 Mart kutlamaları, ne karşılıklı sineye çekmeler, ne de üçüncü sayfa haberlerinin anında ekranımıza düşmesi bir fayda getirmez.”


Siyaset ve Düşünce