İnsanlar çağlar boyunca çeşitli sebeplerle, çeşitli şekillerde Allah’a ulaşmak, O’nun yolunun yolcusu olmak için bir takım seçimler yapmıştır. İşte tam da bu noktada “Sufilik”, Türkçe anlamı ile “Tasavvuf” hayat bulmuştur. “Sufilik” maddenin yetmediği, eksik kaldığı yerde devreye girer ve insanlar iç sesleriyle, hisleriyle hakikate erişmeye çalışırlar.
Sufi kemale ermiş olandır, kendini Allah yoluna adamış olandır, sufi işine aşkla başlayıp işini aşkla bitirendir… Sufi inancında usta da birdir, çırakta bir. Ayrımcılık yoktur, her iş aşkla yapılmalıdır, aşkla yoğrulmalıdır tüm hamurlar, aşkla bakılmalıdır gökyüzüne ve aşk için yürünmelidir tüm sokaklarda… Hesapsızca sevilmelidir tüm yaratılanlar, Yaradan’dan ötürü… Her zerrede O aranmalıdır ve her zerrede O bulunmalıdır… Sufilik laf değil hal yoludur. Anlatılmaz hiçbir zaman. Yaşanması yaşanarak öğrenilmesi, çetrefilli yollara girilmesi ve alnının akı ile çıkılabilmesi, faninin nefsini köreltmesi, yokluğunun, acizliğinin ve küçüklüğünün farkına varması ile yerine gelir oturur. Bu raddeden sonra artık madden yok olan nefsi ile manen yüksek mertebelere ereceğine inanır fani.
“Yolumuz üzerinde duran kendimiziz, kendimiz kendimize perdeyiz.” Demiş Hafız Şirazi. Önce faninin kendini aşması gerekir ilerleyebilmesi için. Kendi olmaktan çıkması ve artık kendi için, kendi gibi değil de Allah için düşünmesi, konuşması, anlaması gerekir. Zaten sufi de bilir ki; “tasavvuf” Allah rızasına uygun yaşama sanatıdır. Dine, ruha, yaradılışa kafa yorma sanatıdır. Bu nedenle de İslam filozoflarının çoğuna “sufi” denir.
Bir yoldur, hal yoludur dedik ya. Çoktur bu yolun yolcusu tarih boyunca. Mevlana, Veled, Yunus Emre, İbn-i Arabi, Tebrizli Şems, Veysel Karani, Hacı Ömer Hudai, Abdulkadir Geylani, Şeyh Şamil, Ahi Evren ve birçok tasavvuf yolcusu saymak mümkündür bu bağlamda.
Bu düşünürlerin ve insanlığa yadsınamayacak katkılarda bulunan insanların arasında Mevlana’yı biraz anlamaya çalışırsak eğer, görürüz ki Mevlana “aşk” olmadan ne söze başlar ne de bitirir cümlelerini. Mesnevi’sine bir aşk hikâyesi ile başlar Mevlana ve sonunu getirmez hikâyelerinin. İster ki, düşünsün insanlar ve akıllarını meşgul etsinler; ister ki, sır olarak kalsın bir şeyler ve insanlar gerçekten istedikleri için, “aşk” la çözülsün bilmeceler… “aşk” her işin oluş sebebidir. Aşk için vardır her şey ve aşka çıkar bütün yollar. Sırların hepsi aşkın arkasında aşkla gizlidir. Bunun içindir ki “ aşk Allah sırlarının usturlabıdır” der Mevlana.
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi murat ettim; Beni bilsinler diye mahlûkatı yarattım.” Der bir hadiste… İşte kişilerde bulmalıdırlar hazineyi… Önce aşkla başlamalıdırlar ve aşkla yürümelidirler bu yolda… Aşk a yürümelidirler ve sonunda aşk’ı bulacaklarını bilerek yürümelidirler… Bu hadiste bile dikkat edilirse “giz” vardır… Bulmak için aramak, aramak için şevk, şevk için de aşk gerek…
Sufiler “sufi” olmak için değil, Allah’a layık bir kul olabilmek ve onu tam manası ile bilebilmek kavrayabilmek, dinini en güzel şekilde yaşayabilmek için çıkarlar yola. Daha sonra gelen bir yakıştırmadır “sufilik”.
Hem dedim ya başta, anlatılmaz, en azından anlatması benim gibilere düşmez; yaşanması gerek önce diye… Yaşayan birinin dilinden, Mevlana’dan dinlemek “aşk” ı …
“Aşk göklere uçmak, her an yüzlerce perdeyi yırtmaktır.
Aşk öncelikle kendini nefsin isteklerinden kurtarmak, nefsanî yollardan yürümekten vazgeçip, dünya nimetlerini görmezlikten gelmektir
Aşk, geldiği ve tekrar döneceği mekânı düşünmesi ve insanın kendini tanımaya çalışmasıdır.”
Yazıda neden hep “aşk” tan bahsettiğimi merak etmeyin artık… Oluş sebebidir her şeyin… Ve tabi var oluş sebebidir “sufi” lerin…
Siyaset ve Düşünce
