Elif UZAK


Elinde Olmayanın Peşinden Koşarak Geçirilen Bir Ömür

Elinde Olmayanın Peşinden Koşarak Geçirilen Bir Ömür


Çetin bir kış arifesinde ,pencere kenarında Ezan-ı Muhammedi’nin okunmasını beklerken, kaburgalarımı zorlayan bir kabz hali içinde halden hale giriyor, buhurdan gibi tütüyorum…Zihnimi yoran kalabalık fikirler hiç susmuyor biri diğerini temellendirirken öteki berikini tarumar ediyor… Saatlerce aynı noktaya bir başka insan olarak bakmanın lezzetini ve çilesini deniyorum. İnsan olmak diyor şair, ayrı yük… Âlemi iki göz ile seyrediyoruz, keşfediyoruz ve fehmediyoruz.  Tam da böyle anlar da ikincisinin, belki de en muhtaç olduğumuzun keskinleştiğini hakkâl yakin hissediyorum. İçime dönüyorum/örüyorum. Kâinatta her şeyin bir zıddı olduğu gibi kabz ve bast halleri de birbirinin zıddı olup gece ile gündüzün birbirini takibi gibi ağır bir münavebe içinde yüreğime tesir ediyor. Nitekim İmam Rabbani (k.s) hazretleri “Kabz ve bast insanı uçuran iki kanat gibidir. Kabz hâsıl olunca üzülmeyiniz. Bast hali gelince de sevinmeyiniz. ”demiştir. Havf ve reca arasında geçen bir ömür ile bütün bu tekâmülde saatin on ikiyi bulması üzerine her biri koşar adım ilerleyen bir insan seline maruz kalıyorum…

Bakışlar yerde, tercihen güneş gözlüğüyle perdelenmiş suretlerin, asık suratların, kibrin kavurucu sıcaklığında bir yerlere yetişme telaşı…

Bir dokunup bin ah işittiğimiz cansız sohbetler, envai çeşit lezzet sofrasından tat alamadan kalkan yorgun zihinler, bulanık bakışlar, suallerime cevap niteliğinde hissiz ve tesirsiz birkaç kelime… Sözüm ona modern insanın bir türlü yetinip yettiremediği bir amansız dert zaman mefhumu…

Elinde olmayanın peşinden koşarak geçirilen bir ömürde, elindekinin nankörü olup, verilen nimetten de mahrum edilince vaveylasını koparan, üzerine zaten her şey hakkıymışçasına isyana varan ifadelerle hem yoksul hem yoksun olduğumuzu bir çeşit algı zehirlenmesi sonucu idrak edemiyoruz…”Elimizde kılıç, bütün dünyaya nizam vermeye çalışırken kendi putlarımızı devirmekten ölesiye korkuyoruz. Kendi güvenlik alanımız, kendi kabilemiz, kendi egomuz etrafına muhkem çitler örüyor ve canımızı yakacak sorulardan uzak duruyoruz. Bugün büyük evlerimiz var ama ailelerimiz küçük, çok tanıdığımız var ama onlara ayıracak zamanımız yok, bilgiliyiz ama muhakememiz zayıf, çok ilaç var ama daha az sağlıklıyız, Aya gidip geldik ama karşı komşuya gidecek cesaretimiz yok. Etrafımız bilgisayarlarla örülü ama gerçek bir konuşma yürütemiyoruz, nicelik konusunda üstümüze yok ama nitelikten mahrumuz, hızlı yiyor ama yavaş sindiriyoruz. Sert adamlar zayıf karakterler, yüksek kârlar alçak ilişkiler zamanı bugün. Pencerenin dışında çok şey var ama evin içi tamtakır.” Zaman ve mekân içinde her birimiz bir zerreyiz. Birbirimize tevafuk ettiğimiz ölçüde paylaşım yapıyor, hiç farkında dahi olmadan çoğalıp yükseliyoruz. Benliklerin markalaşma sevdasıyla yalnızlaştırılmadığı ve içe dönük bir muhasebe ile herkesin benliğiyle yaka paça olduğu bir alemde, ancak empati ve karşılıklı anlayış hakim olur. Böyle bir zeminde huzur kaçınılmazdır. Zarifoğlu’nun “En uzun yoldur insanın içi. Herkes içine baksın.” İfadesi ile kitapların en yücesi:

 Kur-an’ın  “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.  2/164 “ Ayeti bugün bizlere necât  vesilemizin akletmek, düşünmek ve hissetmek olduğunu bir kez daha göstermiş olmuyor mu ? İnsanı diğer bütün mahlûkattan ayıran en temel özelliğinin akıl olduğunu idrak ettiğimizde, dünyayı kasıp kavuran süper güçlerin, bu çok yönlü varlığı tek tipleştirme çabasının da ne derece korkunç olduğunu anlamış olacağız. Fikir, zikir ve şükür sebebi düşünce, ruhun kendi âlemiyle yaptığı bir sohbet değilse nedir? Kendi içsel yolculuğunu tamamlayabilen bir birey bir başkasının acısını kendi acısı bilerek onunla çözüm yolları arayabilir. Bir başkasının mutluğuna ortak olup sevincini gözlerinin içini güldüren bir aynılıkla yürekten paylaşabilir. Nihai olarak nimetin kadrini bilmek bugünün naylon inanç ve değer yargılarına karşı bir kalkan hükmünde olacaktır. Kemal Sayar’ın ifadesiyle ”İnsanın kadrini bilmeden çıkacağımız hiçbir yürüyüş ilahi uğrakları ziyaret etmez. Hz. İnsan ‘ı görmediğimiz, insanda saklı Hızır’ı görmezden geldiğimiz her seferinde kendi insanlığımızın da bir kısmını yadsımış oluyoruz. Her karşılaşma, her buluşma, insanın kendi ön yargılarını sınama imkânı barındıran bir sohbet fırsatıdır aynı zamanda. Dünyayı zırhlarımız ve maskelerimizle değil, en korunaksız ve saf halimizle, kalbimizle bilmeye bir davettir sohbet.” Bugün insanlığımızdan, dokunduğumuz ve yaşamakta olduğumuz hayatlardan sorumluyuz. Nebatata hayvanata cemadata ve en temelde Allah’a karşı sorumluyuz. Bu sebeple Ey İnsan! Dışa dönük gözünü kendi dar dairenden kaldır. Etrafında dönüp duran güzelliklerin, sende çaresi olan bir başkasının derdinin, ağacın, taşın, bahçenin farkına varabilmek için sadece bir tebessümünle günü aydınlanacak âlemi, kalbinin kadrajına al. Göreceksin ki bu iki göz ile âlemi seyre dalmak sana ve insanlığa şifalı bir merhem oluverecek… Sürekli değişen ve gelişen bu uzay çağında teknolojinin her yönüyle kendine dönük ve yalnızca kendi var olma savaşını veren programlı cihazları olmayalım. İnsanlığımızdan geriye kalan yaşama ve mücadele iradesi gösteren her şeyi, makam, mevki, statü, kimlik sormaksızın sahiplenelim. Kendi değer sistemimizce, yolumuza çıkan, kapımıza gelen herkesi aziz bilip yaşama şahitlik edelim.

Ve son olarak N.Bekiroğlu’nun kalbime dokunan ifadesiyle “ Kulakları, gözleri, kalpleri kurşunla mühürlü, ağzı oldukça konuşup kalemi oldukça yazanları, boş, boş, bomboş konuşanları, kırık plakları. Bilinmeyene ad koymada üstüne olmayanları, dil bozanları isim unutturanları. Panzehiri satmak için zehri, aşıyı satmak için virüsü, suçu satmak için sarhoşluğu, katili satmak için suçu pazarlayanları… Kimse etmedi insanın insana ettiğini. Bir değil üç değil beş değil, bütün ateşleri söndürebilecekken elinden geleni ardına koyanları. Merhametten ve insanlıktan yana ne varsa modern çağ elvedaları. Hepsi de hepsi de Havva’nın çocukları…” vesselam.