Naif KARABATAK


Bir kenti güzelleştirenler

Bir kenti güzelleştirenler


Bir kenti güzelleştiren nedir, bir kent nasıl güzel olur, hiçbir özelliği olmayan, hiçbir güzelliği bulunmayan kentler neden sevilir, hiç düşündünüz mü?

Kılı kırk yaran turizm firmaları, kentleri tek tek ele alıp, “yaşanabilir kentler” sıralaması yaparken, atladıkları nedir?

O sıralamaya girmek için birçok kıstas var ama o kıstaslar arasında, o kentin içinde yaşayanlar yok, değer verdikleriniz yok, sevdikleriniz yok, sevildikleriniz yok…

Bu şehir senle güzeldir diye bir şiire başlarsınız, doğduğunuz yeri anlatırken.

Bu kent, senin varlığınla anlam kazanır der, devam edersiniz.

Doğrusu bir şehir, “ulaşılabilir” olmasıyla anlam kazanır.

Evinden çıkan insanlar, ihtiyacı olan her şeyi en kısa sürede almak, en kısa sürede evine dönmek ister; ister aracı olsun, ister olmasın.

Ulaşım kolaylığı ister; yürüdüğü yolun, arşınladığı kaldırımın güzel olmasını ister.

Güneşte bunalmadan yürüyüş yapmayı arzular.

Spor yapacağı mekânlar ister; hiçbir ödeme yapmaya gerek duymadan.

Temiz hava solumak ister insanlar bir kentte yaşarken.

Çeşmeden su içmek ister mesela; şişeye konan ve ne olduğu anlaşılmayan suyu yudumlamayı içine sindiremez.

Akşamları cıvıl cıvıl bir çarşısı-pazarı olsun ister; gün boyu alamadığı ihtiyaçlarını akşam karşılamayı arzular.

Her zaman sinemaya tiyatroya gitmezse de “istediği zaman” gitmek için kültürel ihtiyaçlarının karşılanacağı yer ister.

İyi bir lokanta ister mesela; hizmette kusur etmeyen, içinde ne olduğu tereddüdü yaşatmayan, nezih bir mekânda misafir ağırlamak/ağırlanmak ister…

Yorulduğunda dinlenmek ister; bir bankta, bir parkta, bir köşe başında…

Güvenli bir kent ister insanlar…

Herkesin bir birine saygı duymasını ister…

Ulaşılabilirlik, bir kent için olmazsa olmazdır.

Sadece yol değildir ulaşılabilirlik; bilgiye ulaşma, sorun çözme, derdini anlatma ve çözüm bulmada da tüm kurum ve kuruluşların insanları insan yerine koyan bir hizmet vermesini bekler…

Yüksek yüksek bina ister kimisi, yemyeşil alan, meyve bahçeleri, farklı farklı çiçeklerin kokusunun yayıldığı bir kent ister diğeri…

Daha iyi yollar, daha iyi parklar, daha iyi piknik alanları, daha iyi dinlenme yerleri…

Havaalanları, otogarlar, hızlı trenler, tramvaylar, metrolar…

Denize yakın kentler, deniz ulaşımının hızlı, güvenli ve modern olmasını ister.

Bütün bunları elbet biliyoruz, biliyorsunuz.

Ama bir kenti asıl güzel eden içindekilerdir…

Eşindir mesela, dostundur, çay içip sohbet ettiklerin ve zamanın nasıl geçtiğini bilmediklerindir.

Anılarındır bir şehri güzelleştiren; top koşturduğun, düşüp dizini yaraladığın, kavga ettiğin, barıştığın çocukluk arkadaşlarındır bir kenti güzelleştiren.

Okumayı öğrendiğin okuldur,

Sırayı paylaştığın arkadaşındır,

Bir şeyler öğreten öğretmenindir,

Kantinde tost aldığın görevlidir,

Sınıfını temizleyen hademedir,

İzin kopardığın müdürdür…

Göz göze geldiğinde yüreğini kıpır kıpır oynatandır bir şehri güzelleştiren…

İşindir bazen, aşındır, arkadaşındır, sırdaşındır…

Yediğin ekmektir, pişirdiğin biberdir, fırına verdiğin yemektir.

Bir kentin gelişmiş olmasıyla gelişmemiş olmasının değişmeyeceği tek yerdir; içinde yaşayanlar…

Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yer, sizin için bütün dünyadan daha güzel oluyorsa taşından, toprağından, yeşilliğinden, suyundan veya havasından değil, sizi farklı kılan sevdiklerinizdendir.

Biz bir kenti, bize değer verenler ve bizim değer verdiklerimiz nedeniyle severiz.

Biz bir kenti, dedikodusuyla, havada uçuşan iftiralarıyla, bir birini çekemeyen ve yüzüne gülerken, arkanı döndüğünde en galiz sözleri söyleyenler nedeniyle sevmeyiz.

Ukala insanların yaşadığı kentler sevilmez mesela, bencil insanların yaşadığı yerler de…

Kendisinden başka herkesi “yanlış” bilenlerin yaşadığı yerler de sevilmez; içinde doğsanız da, büyüseniz de, bir birinden güzel anılarınız olsa da…

Bir kent, içindekilerle güzeldir veya çirkindir.

Hiçbir kent sahipsiz değildir mesela; sahip olduğunu sananların ilgisizliği, sahip olması gerekenlerin vurdumduymazlığı vardır belki.

Bir kent, “ben buraya aitim” dediğin andan itibaren senindir…

Seni oraya ait kılan, ne taşıdır, ne toprağı, ne yüksek yüksek binaları, ne selam vermeden geçip giden insanları, ne de hal hatır soranları…

Sizi oraya ait kılan, sizi orada tutan sevdikleriniz, değer verdikleriniz, değer gördüklerinizdir…

Başarınıza sevinen, başarısızlığınıza üzülenlerdir belki de…

Belki de emeğinizin, çabanızın karşılık bulmasıdır, takdir görmektir, motive edilmektir, hep daha iyiyi yapmaya teşviktir…

Ama en önemlisi, sizi oraya bağlayan, sizi orada yaşatandır ve bütün mesele “birlikte yaşadığınız” yeri, birlikte yaşanılır yer haline dönüştürebilmektir.

Üzüleniniz olmasıdır, seveniniz olduğu kadar. Sizi, siz olarak kabul edenlerin olduğunu bilmenizdir.

Bir tebessümdür, içten bir bakıştır, riyasız arkadaşlıktır, akrabalıktır, dostluktur ve samimiyettir…

Ve ne yazık ki yapamadığımız sadece bu…

 

Tweetimden seçmeler

Ne mutlu, kendisine sıfat olarak sadece “insan” diyen ve dedirtene...

www.naifkarabatak.net