Süleyman AKDOĞAN
Tarih: 08.10.2012 00:44
TV 2
Bahsi geçen araçların tamamı köyün girişine kadar hizmet verebiliyordu. Bu arabalarla ilgili ilginç durumlardan biri onların “at ya da öküz” arabalarından önce köye gelmesiydi. Daha doğrusu bu köyde hiç at, öküz arabası görünmedi. Çünkü, arazi şartları buna el vermiyordu. At, eşek, katır yük taşımacılığı için kullanılırken, çift sürmede öküz ve at tercih ediliyordu. Hemen her evde bu hayvanlardan birini bulmak mümkündü. Dolayısıyla bu köyün çocukları daha yürür yürümez bunların peşine düşüyordu.
Bu çocuklar için hayvanlar adeta oyuncak gibiydi. Öyle ki, yüklü getirdikleri hayvanlara dönüşte binerek giderlerdi. Binmek için çoğu zaman yüksekçe taşları ve duvarları kullanırlardı. Başka oyuncakları da vardı, çam kabuklarından araba yaparlardı. “Benim ki son model aslanım” derlerdi birbirlerine. Onca emekle yaptıkları arabalarını çarpışan araba oynayarak kırmaları ancak çocuk olmaları ile açıklanabilirdi. Taştan bilye yapmak onların başka bir maharetiydi. Oynarken kavga etmeseler iyiydi ama nitekim çocuktu bunlar. Kavgaları bile masumdu. Ya yine kendi yaptıkları cızdan ile oynarken ya da ayakkabı kapmaç (kapmaca) oynarken barışırlardı. Cızdan tahterevallinin atasıdır. 5- 6 metre uzunluğunda, 10 - 15 cm kalınlığındaki bir ağacın ortasına yerleştirilen 1 – 1, 5 m yüksekliğindeki kazık her ne kadar cızdanın görüntüdeki temel maddeleri olsa da, cızdan gerçek ismini kazıkla ağacın arasına konulan kömürün çıkardığı sesten alırdı. Biraz da yağlamanın etkisiyle cızdan döndükçe caz cız diye ses çıkarırdı. O ses çıkmayınca çocuklar mutlu olmazdı. Cızdan ses çıkardıkça çocuklar keyiflenir, oyun oynarken döner halde çıktıkları yükseklik bile onları hiç mi hiç korkutmazdı.
Onların tek bir korkuları vardı. Onlar ne gecenin karanlığından, ne dağların sarplığından, ne sürdükleri hayvanların huysuzluğundan ne de yabani hayvanlardan korkarlardı. Gece onları bilirdi, onlar da dağları. Peşlerine düştükleri hayvanlarının genelde huysuzluğu olmazdı. Yabani hayvanlara gelince, büyükleri onlara “her şey insandan korkar” bir şeyler öğretmişlerdi. Onların korktukları da insandı.
Bu insanlar, onların ana babaların, hatta büyük ana babalarının da Menderes başbakan olmadan önce korktuğu kimselerdi. Hatta onların korkularından kimi din eğitimini samanlıklarda kimi de Dilli mağarada alıyordu. Köylünün “bu mağaranın da dili var, ahirette bunları bir bir anlatacak” diyecek kadar din ilmi pek yoktu, onlara göre mağara taştan başka bir şey değildi ama mağaranın girişinde dile benzer bir şey olduğu için bu mağaraya dilli denilmişti. Kim bilir kaç kişi bu mağaranın konuğu olmuştu!
Ahmet dedenin 30 sene öncesinde yaşadığı sıkıntılar sağ sol kavgası olarak yeniden zuhur etse de köylü bunlardan çok etkilenmedi. Onlar zaten sıkıntılı olan yine günlük hayatlarına devam ettiler. Saman karışımlı çamur ve taştan yapılan evlerde, anneler sabahleyin evin bereketi kaçmasın diye iki rekat namaz kılmadan mutfağa girmezlerdi. Erkekler, muhabbet bulamadıklarında “masum yalan” yarışına girerek birbirlerini güldürürlerdi. Hele nalbant Fakı Mehmet dede ile Şoför Durdu Mehmet’in uydurmaları dinlemeye değer.
Fakı Mehmet dede , tam evden çıkmak üzereyken bir müşterisi gelir. Bari yolda halledeyim der ve işe koyulur hayvanın 4 ayağını daha yüz metre gitmeden nallar. Dede müşterisinin pek minnettar kaldığını söylemeyi ihmal etmez.
Durdu Mehmet amca arabasıyla yola çıkar ama uykusu gelir. Tabii, bırakır arabayı kendi, haline gözünü bir açar, bakar ki varmak istediği yerde. Mesafenin sadece 70 km olduğunu hatırlatalım.
Köye hala o bahsedilen “gutu” gelmemiş, henüz ceryan da (elektrik) yok . Sayısı artan pilli radyolar ortalığın karışık olduğunu söyleyip durmakta. Korkulan gitgide yaklaşmaktadır.
Devam edecek.
Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —