Süleyman AKDOĞAN


Fotoğraf

Fotoğraf


 Soma felaketi bir kez daha insanlığın fotoğrafını çekerek içler acısı halimizi bize sundu. Burada bir kez daha gördük ki ölüm bile bize ölümü hatırlatmaktan çok uzak. Bu faciada bir kişi ölseydi, belki hiç kimsenin ruhu duymayacaktı. Ölü sayısı çok olunca da hissedilen çok şey olmadı. Üç günlük yas ilanına rağmen belki üç dakika bile yas tutulmadı. Bir kişinin ölümüne ağlayacak yürekleri olmayanlar 300 kişi ölünce içlerindekini çıkarmanın derdine düştüler.

Ölümü galiba keyfimiz istediğinde gelecek bir şey sanıyoruz. Her kişiye ayrı ayrı tayin edilen ömür yolculuğunun nerede son bulacağını hiç birimiz bilemeyiz oysa. Tek tek mi, yoksa kalabalık içinde mi öleceğimizi de bilemeyiz. Ama, ölüm anı geldiğinde ömür bir nefes kadar bile uzamaz. Ama, biz ölümü başka şeylere bağlarız. Savaşa gitmeseydi ölmezdi, araba kullanırken uyumasa ölmezdi, yeteri kadar önlem alınsaydı ölmezdi gibi cümleler kurarız ölümden sonra. Oysa, aynı savaşta savaşıp şehit olanlar da var, burnu bile kanamayanlar da. Her uyuyanın ölmediği, Allah korumuş dediğimiz trafik kazaları da var. Bütün önlemlere rağmen ölü sayısının çok olduğu iş kazaları, hiç bir önlem alınmamasına rağmen tek bir ölümün bile olmadığı kazalar da vardır.

Tabii bu yazdıklarım önlem alınmaması gerektiği anlamına gelmez, biz elimizden gelenin iyisini yapacağız, gerisini Allah’a havale edeceğiz. Aldığımız bütün önlemler bizi mutlak sondan kurtaramayabilir.

Bizim okuduğumuz haberler ya savunma maksatlı ya da karalama niyetinde olduğundan Soma’da kazalara karşı ne derece önlem alındığını bilemiyoruz. Bu konuda yapılan denetlemelerin nasıl yapıldığını da aynı sebepten bilemiyoruz. Konu ne kadar ikditarla alakalı bilemiyorum ancak ne kadar önlem alınırsa alınsın yeteri kadarı önlem alınmadı diyecek muhalefet olduğunu, ne kadar kusurlu olsa da suçunu kabul etmeyecek bir iktidar anlayışının olduğunu biliyoruz.

Olayın ilk günü herkesin şok yaşadığı çok açık. Bu şok kimilerini ben buradan kendime ne çıkarabilirim kimilerini de buradan kendimi nasıl aklayabilirim düşüncesine attı. Şok içerisinde sorulan sorular, şok içerinde verilen yanıtlar Soma’da şehit olanları çoktan unutturdu. Yüz cümlenin içerisinden adeta cımbızla çekilen bir cümle söyleniş amacının çok ötesinde bir çok yazarın kalemine konu oldu. İnsanlar seçim dönemindeki gergin günlere yeniden döndü. Oysa, bizim yasta olmamız gerekmez miydi!

Ama, cenaze adabı da bize öğretilmemiş. Cenazeye gidenin cenaze sahiplerinin acısını anlayamadığı, cenaze sahibinin cenazesine geleni nasıl karşılayacağını bilemediği bir ruh halindeydik. Orada yaşanan görüntüleri çok tatsızdı. Hangisini derseniz, yuhalama, kavga, tekme, market (ne olduğunu bilemedeğimiz ama ne olmuşsa, en anlatıldıysa , neresinden tutarsak hoş olmadı.) basın toplantısı. Bunun haber yapılması daha da tatsızdı. Keşke, toplumca bu cenazelerde suçlu, suçsuz oturup ağlayabilseydik. Omuz omuza dua edebilseydik. Buradan başka hesaplar çıkmasaydı. Başka tatsızlıklar yaşanmasaydı.
Cenazaler defnedilip yas bittikten sonra kırmadan, dökmeden hatalı olanlar, ihmaller araştırılsaydı. Belki böyle olsa aynı şeyleri başka hadiselerde yaşamayız. Şu anki halimiz ne geçmişe çözüm ne de geleceğe önlem sunabiliyor. Geçmişi hiçbir şey getiremeyecek, ama en azından oturup dua edebilir, evlerine yangın düşen insanlarını acılarını paylaşma niyetinde olabiliriz. Geleceğe dair ise, öncelikle bu olaydaki sıkıntılar araştırılarak başka maden ocakları ve iş yerlerinde benzerlerinin yaşanmaması için önlemler alınabilir.

Fotoğrafta, dünya basının bir kısmı ve onların attıkları manşetleri sanki hak onlarmış gibi sunan ulusal basında iyi poz veremedi. Suçu kime atacağını bilemeyen ulusal basınımızın diğer kısmı da. Ölümü illa ki bir şeylere bağlamak ne kadar anlamlı bilemiyorum, ancak suçlu arayacaksam yanıtım: Ben, sen, o, biz, siz, onlar.

Affet bizi Soma!